İzleyiciler

Pazartesi, Ocak 30, 2006

Sanki


Anladım ki birşeyi çok isteyince insan gece uykularını feda edebiliyormuş, anladım ki ne kadar fedakarlık edebilsen de kendinden isteğinin gerçekleşmeme ihtimaline katlanıyor ve sabırla bekleyebiliyormuşsun! Özleme, sıkıntıya, acıya günlerce katlandığının farkına varmıyor nefes almayı unutabiliyormuşsun ve alçak bir dala bir serçe konduysa, gözüne iliştiyse ve görebildiysen o korunmaz serçenin denizi donduran soğunda nasıl yaşayabildiğini...sen de yaşarsın! Kaygıyla değil umutla bakabilmeyi bazen başaramıyorum sanki!

Perşembe, Ocak 26, 2006

Kartopu

Kar dışarda diz boyu ama ne gerek var dışarı çıkıp kar topu oynamaya, kar yağmasada benim kartopum var:) Hem üşütmüyorda sıcacık birşey. Burnuda pembe hem;)

Cuma, Ocak 20, 2006

İnsan

Deyince aklıma; kılına zarar geleceğini bilse dünyayı yakabilecek bir varlık aklıma geliyor. O kadar bencil ki dünyada bir tek, insanın yaşamaya hakkı varmış gibi davranıyor. Keşke biz de diğer canlılar kadar masum olabilseydik oysa en vahşi yaratık bile insan kadar zarar vermiyor. Keşke daha korunmasız olsaydık, keşke korunmak için çevreye saldırmasaydık, keşke daha kolay zarar görseydik ama bu kadar vahşi olmasaydık. Saçağın altına sığınmış bir kediciğin de senin kadar yağmurdan korunmaya hakkı var, ayağına dolandı diye tekme atamassın! Sen iğrenç kimyasallarınla dünyayı kirletirken bu zehirden hayvanlarında hastalanmaya hakkı var, toplayıp toplayıp yakamassın! Kılına zarar gelme ihtimalini bile göze alamıyorsun değil mi? Oysa dünyada kimbilir kaç tane canı hiçe saydın, üstelik birgün bunun bedelini ödemen gerektiğinde hiç kabul etmedin saldırdın, yıktın, yokettin! Haberlerde onüç ondört yaşında bir çocuk ağlıyordu geçen günlerde. Parasını biriktirip aldığı aylarca beslediği güvercinlerini vahşice öldürmek istiyorlardı." Onlar canım gibi benim" diyordu çocuk, "Ne olacak herkes birgün ölecek !"Güvercinlerin hasta olma ihtimali varmış. O kadar canımı yaktı ki o haber. Düşünüyorum belki gerekli ama emin değilim...buna destek vermek için bir kaç insani özelliğim eksik galiba ki şikayetçi değilim. Eğer gerekliyse de o çocuğun döktüğü kadar gözyaşıyı haketmiyor mu bu hayvancıklar? En azından diri diri gömülmemeyi haketmiyor mu? Öyle telaşlı ki insanlar bir an önce nesillerini tüketmeden rahat etmeyecekler kuşların. Adalet yok bu dünyada, eşitlik mi mümkün değil olması! Sadece bir kedi yavrusu koruma altına aldığım, tek avuntum. Ama ellerimdeki imzaları(tırmık izleri), dökülen tüyleri hep merak konusu. Organizma dediğin şey çok temiz olmayacak elbet, tıpkı senin gibi ama yok sen insansın incilerin dökülür ! Birgün gelsede birşeyler insana da böyle davransa anlarlar mı acaba? Bende hiç sıyırmıyorum kendimi, dünyaya masum bakabilmeyi hala unutturmaya çalışıyor insanoğlu hatırlayanlara...Ben de bıraktım cam kenarlarına ekmek koymayı, ne olacak sadece bir insanım işte. Yalnızca benim içim olup bitenleri bir türlü kaldıramıyor, hazmedemiyor. Bu dünyada sadece insanlar yaşamıyor!

Pazartesi, Ocak 16, 2006

Cumartesi, Ocak 14, 2006

Gitmek

Gerçeği bilmeden de vazgeçer giderim. Yeterki bu kentteki kalmam gereken zaman bitsin...Sonu sevmemden değil, artık yeni bir başlangıç istediğimden giderim. Kimse özlesin, üzülsün diye değil, unuttuğumu bile unutmak için giderim. Sabrımın sınırına geldiğimde, sevdiklerim eşyalarını bavullara doldurduklarında, yapacak birşey kalmadığında kimsenin hatırına kalmam giderim.

Cuma, Ocak 13, 2006

Sevgi


En çok inciten ve incitilen duygumda olsa, sebeptir benim yaşamıma anlam katmama... dil yalanlasa ne olur ki? Kendime söylediğim yalanlar içinde o söz de durur bir kenarda. İnanırsam koca bir yalan olur kalırım bu yalan dünyada... Bu yüzden asla inanmam bu manasız yalanıma!

Cumartesi, Ocak 07, 2006

Özlem

Annemin sevgiyle dolu bakışlarını, pazarları ev halkı ile sabah kahvaltısını ve Uğur'un masaya pati atmasını; Bursa'nın tanıdık kokusunu, anneannemin kalabalıktaki neşesini; dedemin önüne çay geldiğindeki keyfini; kardeşimin cıvıldak hallerini, bazen beni sinir etmesini, çocukluğumuzdan beri hep aynı yatakta uyumamızı; Can'ım ile sabaha kadar muhabbeti ve bayram seyranda herkesin neşesine neşe katmasını, ortanca teyzemin "aşk hayatın nasıl gidiyor" diye sormasını ve ardından ona bir sürü dert yanmayı, babamın sabahaları karga sesiyle şarkı söylemesini, Mudanya'da balık yemeyi ve bazen babamında neşesi tutup birer birada size alıyım demesini(çocuklara yani;)); Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'nu, Ailece tatile gitmeyi, Karagöz'e kadar yürüyüp geri dönmeyi, annemle yaşadığımız alışverişte aşırıya kaçma pişmanlığımızı, birinin bana yemek pişirmesini, annemin temizlik yaparken herkesi evden kovmasını, İstanbul'daki yedi tane canı ve o canlara can katanları, Beyoğlu'nu, Feribotta kuşlara simit atmayı, tüm yaz tatillerini, ilkokul öğretmenimi özleyip dururken yıllardır şimdi düşündümde; dekanlıktaki ders kırdığımız günleri, hiçbir sebep yokken gece dörtte yatıp sabah derslerini kaçırmamızı ve sınav zamanları ikide uyuyup kalmamızı, kimse karışmadan istediğim yere gitmemi, istediğim saatte dönmemi, herkesin birine aşık olup ağlaşmasını, abuk subuk gezilere bile katılmamızı, günler boyunca gezip sınav günü çalışma şevkimizin gelmesini, bu evi, daima mutlaka birine aşık olmamı ve mutlaka imkansız aşkları seçmemi(imkansız değilse bile imkansız hale getiririm:)), fenerde sürü halinde yürümemizi,bulaşıkları biriktirmeyi, gecenin onbirinde elektiriklerim kesilince telefonumun da şarjı bitince kapının önüne kadar pijamalarıyla gelmiş dostları, ikidebir parti vermemizi, saçma sapan şeylere üzülmemizi, öğrenci dostu makarnadan nefret edişimizi, sınav günü birlikte çalışırken sapıtmamızı, aramızda yalnızca bizim anlayacağımız sözler bulunmasını, bir günde yüz resim çekmemizi, birinci derslere uyku ve aradan sonraki derslere çay yüzünden daima geç kalmamızı, burada tanıdıklarımı, tüm gülümsemeleri, bir çikolatayı on kişinin paylaşmasını, son sınıfa kadar herşeyi hafife almamızı, kızların evini taşırken o tavuk kokan kamyonun arkasında nasıl sıkıştığımızı(Allah'tan o zaman kuş gribi yoktu:)) , hayatı yaşayarak öğrenmeyi, cesaretimizi, endişelerimizi, gençliğimin en havai günlerini de çok özleyeceğim ben!
Şimdi de Serpin'i özleyeceğim. Nerede olursam olayım hep bir tarafım eksik kalıyor, aşklarım da hep özlem
üzerine. Nedir bu hayatımdaki özlem faktörü ? Kim bu özlem, nerden geliyor daima içime? Çık hayatımdan artık Özlem:)

Salı, Ocak 03, 2006

Leonardo da Vinci

"Yavru kediler şaheserdir"

Bebek

Canım Serpinimle oynamaktan bıkmıyorum. Yığınla okunacak makaleler küçük sehpanın üstünde dururken ben Serpin bakalım hangi kalemimi yürütecek diye gözlüyorum. Nasıl bitmez bir enerjisi varsa, gerek bilgisayar kullanırken gerek ders çalışırken saçımla, burnumla oynuyor. Klavyede ise çok başarılı harikalar yaratıyor. Ben bir kenarda bir şeyler okumaya dalmasam hiç uyumayacak sanki! Dün gece futbol oynadık mesela kızımla ama o amerikan futbolunu tercih ediyor, topu tutmak en büyük amacı. Bir de topu yemeğe çalışmasa gayet güzel oyun olacak ama o kararlı minik dişlerini kaşımaya:) Bebek büyütmek ne güzel şeymiş. O büyük sorumluluğa değecek tek şey bir cana can vermek olsa gerek. Birazda olsa anlayabiliyorum çünkü bu beyaz peynir bana insan yavrusundan farklı gelmiyor. En güzel çağı şimdi bebeğimin. Umarım hep böyle sağlıklı kalır ve uzun ömürlü olur.
Bir tanıdığım anlatmıştı. Doğu tarafında bir köy evinde misafir olmuş. Doksan yaşlarında bir ninenin dizinde biblo gibi bir kedi yavrusu oturuyormuş. Doksan senelik ve bir aylık iki ömür yanyana... Kediyi eğilip sevdiğinde "derdimi alıyor kızım " demiş nine. Çok sevdiğim bir söz oldu bu benim. Her türlü sızıyı dindirir bu minikler.